‘sen, sakın susmaaa..
bir tek sen sen konuşunca yaşamın ve bu şehrin gürültüsü son buluyor beynimde.
bir tek sen anlatınca ‘mem zin’e kavuşan bir gerçeklik oluyor zihnimde.
bir tek sen nefeslenince çocuk oluyor babamın yüreğindeki o lâl suretler.
ve sen ne zaman uzun uzadıya soluksuz bir şeyler anlatmaya başlasan ben sınır ihlaline çıkmış bir mülteci oluyorum. kendime koyduğum sınırları mayınla patlatma sevdasına tutuldum bu ara sana tutunurken.
sen sakın susma. mademki bu gece kalbin bir pavyon gibi boş, mademki her şey bu kadar laçka bir seyir almış, mademki ben burada basılmış boş bir kitaba meylettim, o halde sen bu gece sabaha kadar konuşmalısın benimle.
olmadı sen bana gülüşünü ver ben sana avuçlarımdaki mavi bilyeleri vereyim.
sen yeter ki susma!
olmadı ‘boş bir pavyon’ gibi olan yüreğini basılmış boş bir kitap olan yüreğimin satır aralarına iliştireyim ki sesin asılı kalsın gökte. çünkü ben gülüşümün adını sen koydum, o
nedenle sen orda hep gülümse ve sakın suskuda sus olmaa !’
‘Mavinin Çığlığı’